JULES VERNE VE OSMANLI

KALEM TAKIMI (MA) - ABDULLAH AYDEMİR - Günümüzden yıllar önce yazdığı eserlerinde o dönem denizaltı, aya çıkma gibi fikirleri hayal edebilen biri döneminin ilerisinde bir yazar olmuştur Jules Verne.

Abone Ol

JULES VERNE VE OSMANLI

            Hepimizin küçükken adını duyduğu ya da okuduğu bir yazar olan Jules Verne’den bahsetmek istiyoruz. Daha çocukken yaşadığı maceralı hayatı, kitaplarına da yansıyan Jules Verne’nin kişiliği bu yönde özgür ruhlu biri olarak evrilir. Babasının ısrarlarına rağmen sevmediği bir mesleği tercih etmeyen Jules Verne hem o dönemin hem de günümüzün önemli bir edebiyatçısı olur. Döneminin çok ötesinde yazdığı bilim kurgu eserlerinden Ay’a Seyahatle insanlığı aya gönderirken, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah kitabı ile bir denizaltı eşliğinde okuyucuları seyahate çıkarır. Günümüzden yıllar önce yazdığı eserlerinde o dönem denizaltı, aya çıkma gibi fikirleri hayal edebilen biri döneminin ilerisinde bir yazar olmuştur Jules Verne.

            Osmanlının Fransızlara verdiği kapitülasyonların etkisiyle midir bilinmez hem Fransa’da hem Osmanlı’da bir sevgi alışverişi başlar. Hele ki ticaretin etkisiyle Doğu’nun zenginliklerini ele geçirme Batılıların en önemli gayesi olur. Fransız bir yazar olan Jules Verne’de işte bu hırstan etkilenir. Onun derdi Doğu’nun kültür zenginliklerini merak etmesidir. Osmanlı Dönemi’ne denk gelen çağda yaşayan Jules Verne işte tam bu noktada Doğu’yu yani Osmanlı’yı da anlatan eserler kaleme alır. Belki de çoğumuzun okumaya, araştırmaya bile tenezzül etmediği, varlığından haberi olmadığı Türkleri anlattığı eserleri yazar. İnatçı Keraban Ağa adlı iki ciltlik romanı ile bizleri anlatır. Biraz özetlersek hikâyeyi olay şöyle başlar:

            Günlerden bir gün iki Hollandalı tüccar mal almaya İstanbul’a gelirler. Malları Avrupa yakasında alıp Hollanda’ya götüreceklerdir. Malları alıp yüklerler ve gemiye döndüklerinde o gün gemideki yiyebilecekleri bir yemek çıkmaz. Şöyle Osmanlı mutfağını gözlerinde büyütürler. Yemek yemek için hemen lokantalara bakarlar ki her yer kapalı. Çünkü aylardan Ramazan’dır. Açlıktan söylenen iki Hollanlı’dan birinin aklına Keraban Ağa gelir. Çünkü o da Hollanda’ya gidip gelerek oradan mal satın almaktadır ve onunla tanışıyorlardır. Hollandalı tüccar, Keraban Ağa’yı bulursak o bize yemek ısmarlar karnımızı doyururuz diye düşünür. O sırada rıhtımda Keraban Ağa’yı görürler ve ona doğru giderler. Keraban Ağa iki Hollandalı’yı görünce sevinçler onlara sarılır ve yemek yemek için illa ısrar eder. Dostlarım benim evim karşıda, ben niyetliyim bugün akşam yemeğini beraber yiyelim, der. İki tüccar da hemen kabul eder. Tam kayığa binip karşıya geçecekleri sırada silahlı bir zaptiye memuru gelir.

-Dur! Keraban Ağa. Bundan sonra karşıdan karşıya geçiş parayla.

-Neeee!

-Adam başı on para veren karşıya geçebilir.

-Vermezsem.

-Geçemezsin.

-Hadi hadi. Evime gidiyorum oğlum çekil. İnsan evine gitmek için para verir mi? Hadi çekil çekil misafirim var, ayıp olur.

-Keraban Ağa! Sarayın yeni emri. Karşıya geçmek parayla oldu. Adam başı on para.

-Hadi oğlum çekil misafirler anlarlar. Ayıp olur hadi.

-Keraban Ağa beni çiğneyemezsin. Sarayın adamıyım ben. Adam başı on paraaaa!

            İki Hollandalı ne olduğunu anlayamazlar ama belli ki kavga çıkacaktır. Keraban Ağa’ya dönüp biz gelmeyelim, derler. Keraban Ağa:

-Hayır! Size yemek sözüm var. Durun. (Zaptiye memuruna dönerek) Değil şu kayığı bütün gemileri satın alacak kadar param var. Ben zenginim ama sana on para vermeyeceğim.

-Hayırr! Beni geçemezsin.

-Oğlum evime giderim bunu da engelleyemezsin.

-Eeeee! Git hadi.

-E gör de bak. Nasıl gidiyorum, gör. Getirin at arabamı.

            At arabası ve boğaz? İki Hollandalı korkudan at arabasına binerler ve Keraban Ağa pencereden zaptiye memuruna:

-Bak, para vermeden karşıdan karşıya nasıl geçiyorum gör bak. Kamçılayın atları!

(Atlar, son hız uzaklaşırken zaptiye memuru gülerek)

-On para ha! İşte parayı vermeyen öyle son hız kaçar.

            O sırada Keraban Ağa ve misafirleri sırayla Bulgaristan, Varna, Odesa, Kırım, Batum, Trabzon şehirlerini dolana dolana tam bir buçuk ayda İstanbul’un karşısına ulaşırlar. Keraban Ağa evine gelir ve misafirleriyle yemekte konuşurken: ‘’Biz Türkler, verdiğimiz sözden dönmeyiz.’’ der. İki Hollandalı güzelce yemeği yerler ve geri gitmek istediklerini söylerler. Keraban Ağa:                                                                                   

-Gidin, ben de geliyorum.

-Nasıl?

-Siz on para verin geçin. Bekleyin geliyorum.

-Biz seni bir buçuk ay nasıl bekleyelim ya?

-Geldiğim yoldan dönmeyeceğim.

-Nasıl geçeceksin boğazı?

-Para vermeden.

-Nasıl?

-Gidin, geçin karşıya. Bekleyin nasıl para vermeden geçiyorum boğazı.

(İki Hollandalı birbirine dönerek bu adam deli diye mırıldanırlar.)

            Ertesi sabah iki Hollandalı adam başı onar para vererek karşıya geçerler. Bütün İstanbul bu olayı duyar. İnatçı Keraban Ağa para vermeden karşıdan karşıya nasıl geçecek? Bütün İstanbullular kıyıda merakla beklemeye başlarlar. Bütün askerler gelmiş, herkes merakla bekliyor. Görülen manzara şudur: Boğazın bir yakasından bir yakasına boğazın üstüne bir ip gerilidir. İpin üstünde bir cambaz. Hem yürüyor hem bir el arabası sürüyor. El arabasının içinde Keraban Ağa. Karşıya geçtiğinde zaptiye memuruna:

-On para ha! ….. Ah alırsın.

 

 

İşte karşıdan karşıya geçmek konulu iki ciltlik romanı yazan Jules Verne, bu eserinde Türklerin inatçılığını ve Doğu insanının özelliklerini anlatır. Yine Ay’a Seyahat kitabında Ay’a gitmek için araştırmalar yapan bilim adamları çalışmalarını yapabilmek için bütün dünyadan yardım isterler. Bir millet onlara para gönderir. Bu millet Türklerdir. İstanbullular para toplayıp Osmanlı Bankası aracılığıyla bilim adamlarına para gönderirler. Bir başka eseri Kaptan Antifer’in Harikulade Maceraları’nda genç bir Türk’ün kurtarılma maceraları anlatılmaktadır.

            Yaşadığı çağda büyük romanlar yazan, insanlığın hayal gücünün bir tık önünde yürüyen Jules Verne, Osmanlıyı kendi gözüyle eserlerinde konu edinmiştir. Ama üzülerek belirtmeliyiz ki kendi tarihimize yabancı oluşumuz araştırıp okumaya bile değer görmediğimiz pek çok şeye sahibiz. İnsanlığın düşlerine ait ne varsa bizim de bir parçamızın olduğunu bile fark edemeyecek kadar gözlerimizi kapatmışız. İstanbul’u, Karadeniz’i görmeden anlatan, Osmanlıyı Keraban Ağa üzerinden hiciv eden Jules Verne kim bilir bugün bizi anlatacak olsa nasıl tarif ederdi?