Öyle bir çağda yaşıyoruz ki yaptığımız çoğu şeyden lezzet alamaz hâle gelmişiz. Bir bıkkınlık bir yılgınlık hâli var üzerimizde. Ne yediğimiz içtiğimizden lezzet alabiliyoruz ne de oturup kalmalarımızdan. Ne okuyup mezun olmanın anlamı kaldı ne de yazıp çizmelerin. Ne gezmenin isteği var içimizde ne de yaşama sevincimizin. Tükenmişlik duygusuna gidiyoruz sanki adım adım.
Her yeni gün bir öncekinin tekrarı gibi ilerliyor. Üzerine bir şey koyamıyoruz hayatın. Ya yerimizde sayıyoruz ya da geriye doğru çekiyoruz kendimizi. Zamanın bir kıymeti kalmadı. Süratle tükeniyor vakitlerimiz. Saatlerin haftaların yılların nasıl geçtiğini anlayamıyoruz bile. Seneler ay gibi, aylar hafta gibi, haftalar gün gibi geçip bitiveriyor.
Zorunluluktan yapıyoruz birçok şeyi. Sürekli bir sıkılmanın ve bunalmanın içerisindeyiz. Yaptığımız işlerde devamlılık sağlayamıyoruz. İçimizdeki enerjiyi ileriye taşımakta zorlanıyoruz. Tembelliğimiz, boş vermişliğimiz had safhada. Yarı yolda tükeniyor, pilimiz bitiveriyor. Karşımıza çıkan ilk zorlukta ilk engellerde kendimizi bırakıveriyoruz. Mücadele etme gücümüzü kaybetmişiz.
Hiçbir şey tatmin etmiyor bizi. Neyi tutsak elimizde kalıyor. Kime güvensek sırtımızda bıçağını hissediyoruz. Gönül verdiğimiz şeyler bir gün bizlere hayatın en acıklı zamanlarını yaşatıyor. Ne bir şeyler yapmak istiyoruz ne de birilerine güvenmek. ‘’Bir yatağa yatsam uyusam ve senelerce bana dokunmasalar ne de güzel olur’’ hâlindeyiz.
Hastalıklarla acılarla sıkıntılarla baş edemiyoruz. Yaşadığımız en ufak olaylarda bile en büyük darbeleri yiyebiliyoruz. Kendimizi savunabilecek zorluklara katlanabilecek ne cesaretimiz kalmış ne de kuvvetimiz. Teslim bayraklarını kaldırmış düşmanın bizi esir almasını bekliyoruz âdeta.
Öfkeleniyoruz, hırslanıyoruz, anlık tepkilerle hayatımızı zora sokuyoruz. Sabrımız tükenmiş, tahammülümüz yerle bir olmuş. Bunalıyoruz, çatlıyoruz, dokunsalar patlayacak hâldeyiz. Kalbimiz sıkışmış, gönlümüz daralmış. Bir çıkış arıyoruz kurtuluşa dair fakat çırpındıkça batıyoruz. Yolumuzu da kaybetmişiz kendimizi de.
Peki neden? Neden böyle olduğumuzun cevabı gayet basit. Fıtratımızdan uzaklaşıyoruz yani kendimizden yani yaşama gayemizden. Bizim ruhumuz sonsuzluk için yaratılmış. Bizim gönlümüz ebediyet tarafına açık. Bizim arzularımız bitmeyecek olan şeyler için programlanmış. Sonsuzluk için yaratılan ruhumuzu sonlu ve gelip geçici olan bir dünya hayatıyla asla tatmin edemeyiz. Kalbimiz ebediyet çığlıkları atarken onu, bir gün mutlaka son bulacak şeylerle asla dolduramayız. Âhiret yurdu için odaklanmış gönlümüzü fani sevgilerle asla huzura erdiremeyiz. Hep bir arayış hep bir zevk peşinde koşarız lakin hiçbir şey bizi tam manasıyla tatmin edemez, bunu da bilemeyiz.
Bir şeyin fıtratını bozup asli hedeflerinden onu uzaklaştırmaya kalkarsan yenilgiye de mahkûm olursun. Neyi tutarsan elinde kalır nereye koşmak istersen oradan uzaklaşırsın. Biz burada misafiriz ev sahibi değil. Ev sahibi gibi hareket etmeye devam edersek kendimizin kim olduğunu ve nereden gelip nereye gideceğimizi hâlâ anlayamazsak daha çok bu gurbette ellerde kaybetmeye devam ederiz. Üstelik bu kaybediş sadece bu dünya hayatıyla da sınırlı kalmaz, gerçek vatanımızı da yitiririz. Asıl yenilgi de işte budur.
Şimdi ey insan! Fıtratına dön. Ne yaparsan yap bu dünya ve içinde yaşadığın her şey seni asla tatmin etmeyecek. Fıtratına dön ve ne için dünyaya geldiğini hatırla. Yoksa gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacaksın. Uyan artık…